3 Mayıs 2011 Salı

Uyku, tek istediğim buydu!

Kalıntılar arasında dolaşan masum ve çaresiz bir ruhun tek istediği tanıdık bir kokuyla dünyaya geri dönmektir. Huzursuz geçen gecelerin ardından, yağmurlu ışıksız bir sabaha uyanmak belki de hiç uyanmamaktan iyidir. Belki ihtiyacımız olan bir damlalık umut, yağmurun kokusunda, bizim onu içimize çekmemizi bekliyordur.
Ağaçların yapraklarından kayıp yere süzülen yağmur damlaları gibi akıp gidiyor hayat. Oysa hala uğraşıyoruz, ruhumuzu esaretinden kurtarmak için. Farkında değiliz, aslında bu uğraş bile daha çok esir ediyor bizi hayata. 
Omuzlarımızı düşüren bu yük, kendi hayatımızın sorumluluğu mu; yoksa kaybettiğimiz hayallerimiz mi çekiyor bizi sonsuz bir boşluğa?
Kim bilir her geçen gün neler kaybediyor ruhumuz. Bu kavga bittikten sonra, aydınlığa çıkıp kenara çekilince, yüzümüzde bir gülümsemeyle, umutla bakarken bizden sonrakilere, hiçbir şeyimiz kalmamış elimizde ne çıkar! Ruhunu bile kaybedince, gelip geçici hevesler için gözlerinden süzülen birkaç damla yaşın kime, ne faydası var?
Derin ve sakin, hatta belki huzur dolu bir uyku için neler vermez ki insan? Oysa en korktuğumuz şey çoğu zaman, uyanmamak bu uykudan...

Hiç yorum yok: